Teknoloji özürlüsü müyüm ne? :o
Blogger'ın kayıtları oluştururken güncellenmiş düzenleyicisini kullanmayı yeni öğrendim.. :D Hiç bilmiyordum ki.. Beisa sağolsun gösteriverdi ve 10 dakikalık bir konuşmada, heralde en çok dikkatini çeken şey olucakki, bilmem kaç kere 'resim koyması da çok rahat' dedi. Evet anladım Beisa'cm, teşekkürler canım benim.. :) Aynı şekilde ben de 'devamını oku şeysi de var' diye mutlu oldum.
Teknoloji özürlüsü müyüm ne? :o
Teknoloji özürlüsü müyüm ne? :o

Ben, uyumayı başka her şeyden daha çok seven insanlar vardır ya, onlardanım. Öyle yatak, yorgan, yastık takıntım da pek yoktur. Her şekilde, her ortamda uyuyabilirim. En çok yerinde olmak istediğim masal kahramanı 'Uyuyan Güzel'dir mesela. Ayrıca, hiçbir zaman ders çalışmak gibi berbat bi nedenle uykumdan kesmemişimdir. O, Facebook'ta dolaşan ve gökyüzünün renginin gittikçe açılmasıyla verdiğimiz tepkinin ismini alan mavinin grubuna da üye falan değilim haliyle :) Tam o saatlerde kimbilir kaçıncı rüyamı görüyorumdur çünkü.
Bu konuda anlamadığım tek şey, neden sabahın bi vaktinde kalkıp okula falan gitmek zorunda olduğum günler, uyanmayı bi türlü beceremiyor olup tatil günleri aynı saatte uyuyamıyor oluşum. Uyuyabilmişsem de kesin apartmanın bi yerlerini illa matkapla delerler. Geçen 2 haftada yaptığım staj sağolsun, erken kalkmaya alıştı bünyem yine. Ama eminim ki, bu, bir haftada kaybedebileceğim geçici bi alışkanlık. Dolayısıyla, eğer ~senelerdir olmamasına alışmışken~ son dönemimde 8.40 dersim olursa, isyan edip derse gitmemeye karar verebilirim. En azından, dersleri astığım zaman mışıl mışıl uyuyabiliyorum :)
Bu kadar uykudan bahsedince insan normalden biraz daha fazla esniyor haliyle :) Tabi an itibariyle dinlediklerimin de etkisi vardır muhakkak: The Gathering! O kadar huzurlu ki, 'büyüklere ninniler' tadında şarkıları var :) Şimdi, eğer henüz esnemediyseniz ~ki bu kadar esnemek diyince de bunun biraz zor olduğunu tahmin ediyorum~ bi de bunu dinleyince bakın bakalım! :)
`and u don't see me 'cause i don't have much to say..` (:
Küçük bi itiraf: Aslında tek amacım şu grubun şarkılarından birini paylaşmaktı ama yazasım var napiyim :p

Hala inanamıyorum. O bitmek bilmeyen finaller, ödevler, projeler ve sunumların etkisini anca attık üstümüzden diyebilirim. Hayır, o kadar durmuş ki beynim, 3 gündür 'BBS Şubat Ayı Sanatçısı' olarak kimi seçeceğime bi türlü karar veremedim. Sonunda fatoş' a sordum ve herkesin son zamanlarda sürekli bahsediyor olmasına rağmen, güncel olacağını düşündüğümüz birini seçebildik de şu yazıyı yazmaya başlayabildim ~yaa! nasıl da özlemişim ki :)~
Takip eden var mı bilmiyorum ama, Beyonce'nin 6 ödül alarak rekor kırdığı bir Grammy ödül töreni yaşandı geçenlerde. İşte, o törende 2 ödül birden alan bi isim de Lady Gaga! Bad Romance isimli şarkısının videosunu, gözlerim açık bi şekilde, hem ürküp hem etkilenerek defalarca izlemiştim zaten. Bir de öğrendim ki, hatun 1986'lı! "Just Dance" ve "Pokerface"in de içinde bulunduğu ilk albümü "The Fame"i 2008 yılında çıkardı ve böylece tanındı. Kendisiyle ilgili bazı tartışmaları bi kenara bırakırsak, Beatles, Madonna ve Micheal Jackson gibi sanatçılarla büyümüş, onların şarkılarını söylerken büyük keyif alan birinden bekleneceği kadar farklı müzik yaptığını da söyleyebilirim. Elektronik müzikten hazzetmeyen bana bile kendini uzun süre dinletebiliyorsa, gerçekten iyi iş çıkarıyor denebilir sanırım? :)
Bad Romance'in videosunu izlemediyseniz kesinlikle bi bakmanızı tavsiye ederek yazımı sonlandırırken, sizi şarkının eğlenceli notalarıyla baş başa bırakıyorum. Tamam, Kral TV VJ'lerine dönüp Ayın Sanatçısı olarak Gülşen'i seçmeden, bitiriyorum.
P.s : fatoş' un selamı var, üstüme kalmasın :p Biraz uzak kaldı interneti olmadığı için, benle idare edin işte bi süre. Ehi :)

Bad Romance'in videosunu izlemediyseniz kesinlikle bi bakmanızı tavsiye ederek yazımı sonlandırırken, sizi şarkının eğlenceli notalarıyla baş başa bırakıyorum. Tamam, Kral TV VJ'lerine dönüp Ayın Sanatçısı olarak Gülşen'i seçmeden, bitiriyorum.
P.s : fatoş' un selamı var, üstüme kalmasın :p Biraz uzak kaldı interneti olmadığı için, benle idare edin işte bi süre. Ehi :)


Hani.. Mutluluk, sağlık, başarı falan tabi olsun herkesin hayatında. Onun dışında, bol süprizli bi yıl geçirelim. Sevdiğimiz her şeyi, sevdiğimiz insanlarla yapabilelim bi de. Çok güzel filmler gelsin, çok güzel albümler çıksın. Çok güzel kitaplar yazılsın :)
Sonra.. Hep dilediğim ama bi türlü olmayan bi şey var: Bu sefer, kar yağsın tam yeni yıla girerken :) Bütün sene beklediğimiz şeyler gerçek olsun böylece: Bana kartpostallarım gelsin mesela. Sizi bilemem :)
P.s : Yılbaşı ağaçlarını da çok severim! Hepimizin bi yılbaşı ağacı olsun ışıl ışıl. Tam da onun gibi geçsin 2010 :)
Kısacası.. Herkese çok iyi yıllar! :)

BBS
Buraya, üstünde 22 tane mum olan bi pasta resmi veya üst üste yığılmış hediye paketleri resmi koymamamın bi nedeni var. Günün anlam ve önemine en uygun resim, "Happy Birthday" şarkısının notaları çünkü. Zira, an itibariyle, artık 'doğumgünü kızı' olan fatoş'un bu akşam koro gösterisi var. Mizansenli falan! Gerçi muhtemelen en arkaya kaldık ama, ben bi yolunu bulup en öne oturcam valla. Bütün dönem boyunca, elinde gezdirdiği nota kağıtlarından kurtulduğu gün olacak bugün. Yepyeni yaşına, çok eğlenceli bi şekilde girecek. Ve bütüüüün yılı da öyle geçecek :)
Balık da olsam, herkesin önünde fazla duygusallaşma potansiyeline sahip bi insan değilim, fatoş' da hoşlanmaz zaten öyle şeylerden, di mi? :) Bu nedenle, bi tanecik şarkıyla bitiriyorum bu yazımı. Yine günün anlam ve önemine çoook uygun. Ve en azından sonu notalara uyuyor :) Bu şarkıyı da bilahare(?) dinlemek isterim senden fatoş'cum :p
Şaka bi yana.. Nice musssmutlu senelere canım benim :) Hep hep hep hayatımda ol, tamam mı? :*


Ben anlamıyorum! Birazcık uğraşsalar çok ilginç olabilecek bi diziye ya da filme, neden illa o Türk filmi klişelerini koyarlar, gerçekten anlamıyorum. Mesela, dün akşam, Bu Kalp Seni Unutur Mu?'da yaptılar aynısını. Seyirci bıktı bunları izlemekten, senaristler bıkmadı usanmadı yazmaktan ya.
Kadın kocasından ayrılır, başkasıyla birlikte olmaya başlar. Adam, kadını o başkasıyla görür. Arabasına atlar. Kaza yapar. Kadın, durumdan habersiz olmasına rağmen, bunu hisseder, bi durur, durgunlaşır. Yeni sevgilisi "Noldu?" diye sorar. Kadın da "Hiç.." der.
Çok sinirleniyorum gerçekten. Güzelim dizinin o kısmında hiçbi şey hissetmedim yani. Ne kaza geçirdi diye üzüldüm, ne kadın kazayı hissetti diye duygulandım. O kadar kanıksamışım durumu artık. Tam da orada bitirdiler. Gelecek hafta, kadın, haberi duyunca, pişman olup kocasına dönerse senaristlerin kafasını kırarım! Zira, şu ikisi cidden yakışmıyor mu?
Sanki her terk edilen kaza geçiriyor. Ha... Geçiriyor olabilir aslında, malum etrafta polisten kaçan motosikletliler falan var, kavşaklardan geçerken araba onlara çarpıveriyor, onlar da gidip yayalara çarpıyor falan. Ama hisseden falan olmuyor, kimse geri dönmüyor. Nedir senaristlerin bu tutkusu, altında nasıl bir psikoloji yatıyor, ben bile anlamıyorum ya!


P.s : Hani, bazı bilgiler vardır, bi kere duyup bi daha unutamadığınız, hafızanızda gereksiz yer kaplayan.. Duydum ki, her kadın hayatı boyunca ortalama 5 gram ruj yutuyormuş. Yaa..
P.s 2: Aa! 62 tavşanı aşkına! Bu 62. yazımışmış, ne büyük mutluluk benim için! :)
P.s 3: Ohoo.. Her gün editlersem olmaz ki, ama 'yazımışmış' nedir ya? :o 'yazımızmış' demeye çalışıyordum tabii ki :)

BBS
Ahh! Hiç böyle hayal etmemiştim, gerçekten. Tamam, bugünkü 1 quiz'in, 7 saat dersin ve hepsinin ardından 1 sınavın kolay geçmeyeceğini biliyordum. Ama buralarda bayıla bayıla anlattığımız felsefe dersinin sınavında da boş boş kağıda bakacağımı, aklıma hiçbir şey gelmeyeceğini düşünmemiştim tabi! Hadi quiz'de kopya çektim, atlattım. 7 saat dersin sonunda gözlerim kaymaya başladı, çikolatayla falan kendime gelmeye çalıştım ~hasra sağolsun~ Ama sınavda, ben daha arka sayfaya geçmeye başlamadan, ek kağıt istemeye başladılar mı tepem attı, bildiklerimi de unuttum. Aklıma saçmasapan şeyler gelmeye başladı: aynı anda kritik bi sınavda olan kuzenim mesela, sabah sınava giren kardeşim, dün yaptığım radyo yayını, radyoda dönen eğlenceli geyiklerimiz, yuforik'ler, saykik'ler, pufidik'ler, hatta saykik pufidik'ler :) Hayır, onlar neyse de, slow şarkılardan uykusu gelenleri uyandırmak için Babutsa ve Atiye çalışım, herkesin bende bu ve türevi şarkıların da olduğuna dumur oluşu.. Hepsi birden mi gelir insanın aklına ya :) bi Nietzsche gelmedi, bi de Stoacılar!
Öyle işte.. Kendimi kitabıma vercem şimdi, zaten fatoş' da bu sınavın ardından Cepa'ya atmış kendini.
P.s : Seviyorum BBS seni! Sayende ayrı ayrı 45 kişiye dert anlatmış gibi rahatlıyorum :) O da nasıl bi manyaklıksa..?
Öyle işte.. Kendimi kitabıma vercem şimdi, zaten fatoş' da bu sınavın ardından Cepa'ya atmış kendini.
P.s : Seviyorum BBS seni! Sayende ayrı ayrı 45 kişiye dert anlatmış gibi rahatlıyorum :) O da nasıl bi manyaklıksa..?

Merhabalar ! :)
Uzun zamandır yokmuşum gibi hissediyorum kendimi. Neden çünkü uzun zamandır doğru düzgün bir yazı yazmıyorum. En son, güzel bayram dileklerimi iletebilmiştim. İşin garibi panomda asılı olan kağıtta sıralı bir liste şeklinde bloga yazıcaklarım duruyor. Bilgisayarın karşısına her geçtiğimde 'tamam bu sefer yazacağım, çok kararlıyım' diyorum, diyorum ama olmuyor.. Bütün ilham perilerim kaçıştılar sanırım. Zaten kendimi bu aralar fazla müziğe verdim, yazı kısmı biraz arka planda kaldı. O yüzden bugün ve hatta şu anda 'bloga artık ben de bir şeyler yazmalıyım' dedim ve oturdum yazmaya. Şimdi bu yazıyı beisa~ okuyunca, "fatoş', senin yarın bir adet quizin, bir adet reading'in, 6 saat dersin ve bir adet sınavın yok mu? " demeyecek mi? :D Diyebilir evet ama gerçekten artık çoooook bunaldım okumaktan..
Şimdi gelelim panomdaki sıralı listeye, aldığım küçük küçük notlara. Düşündüm de bu notları boşuna almışım çünkü üstünden bayaaa geçtiği için, ne yazacağımı da pek hatırlamıyorum. Neyse.. Ben yine de hatırladığım kadarından bahsedeceğim. Ablam da artık blogcu oldu, bizim yazıları okurken falan, neden olmasın ben de bir şeyler karalayayım demiş, ve tabi ki ilk olarak 'fatoş' ben de sizin bloga arada sırada bir şeyler yazabilir miyim? ' diye sordu. Cevap : 'hayır! ' :D Tabi hemen böyle söylemedim. 'yani ablacım bak ben sana yeni bir blog hazırlayayım, sen oraya yaz, hem kendini geliştirmiş olursun, hem de ben senin reklamını bizim blogta yaparım hiiiç merak etme' gibi cümleler sarfettim. Sonuç, oturdum iki gün ablamın bloguyla uğraştım. Zaten uzunca bir süredir sol taraftaki kenar çubuğunda reklamını yapmaktayım da 'kuzeyi gösteren pusula'nın.. :) Benimse panomdaki notlarıma bakılırsa, ablam blogunda komik bir olaya deyinmiş. Çocuk deyip geçmeyin temalı bu yazısını okuduktan sonra aklıma ablamla olan çocukluk hikayelerim geldi hep. Hani düşünüyorum da gerçekten pek garip şeyler yapıyorduk biz de. Normal kız çocukları gibi evcilik değil de askercilik veya dağcılık oynamamız mı dersiniz, yoksa ölen civcivlerimizi gömüp (hatta mezar taşı bile koyuyorduk) her gün gidip dua etmemiz mi.. Anlatılacak çok şey var aslında ama burda anlatıp kendimi de ablamı da rezil edemeyeceğim şimdi. Hele bir salyangoz olayım vardır ki.. Neyse.. :) Anlayacağınız normal bir çocukluk dönemimiz olmadı. Bunun etkisinin şimdiyi nasıl yansıdığı hakkında konuşmayacağım bile. :D Nolur nolmaz Freudculuk oynarken kendimi ele vermeyeyim.
Sonra notumun tekinde '500 Days of Summer' dan bahset demişim. Evet ben bu filmi izledim ve hiç hoşlaşmadım Summer denen hatundan. Evet! Sevmedim. Bir de sanırım kendimi de biraz özdeşleştirdim o hatunla, daha da sevmedim. Güzel bir film ama, tavsiyeler benden, izlenesi, sevilesi.. Bu arada 'I luv the Smiths, too' demeden geçemedim. 'to die by your side is such a heavenly way to die..' :D Bir şey anlatmayacağım film hakkında, izleyiniz, izlettiriniz.

Sonrasında da meşhur 'Twilight' filminin ikincisi olan 'New Moon'a geleneksel ekibimiz Hasra, Beisa ve ben, artı Mehmet, ve Ümit, hep beraber gittik. Twilight fanları kızmasınlar ama bu ikinci filmde gerçekten güldüm, hatta salonda en heyecanlı yerlerde kahkaha atan biri varsa evet o benim.. Beğenmedim değil ama ablamın da dediği gibi şu Türk filmi arabesk modundan artık çıkması lazım. Bu arada vampirlerin pabucu dama atıldı benim için. Kurtlar daha iyiymiş yafu..

Bu notlar bitmez benden söylemesi, o yüzden kalanları ikinci bir yazıda bahsetsem iyi olacak gibi görünüyor. Buraya kadar yazımı okuyup sabredenlere teşekkürlerimi sunuyorum. Açıkçası ben kim olursa olsun bu kadar uzun bir yazıyı okumazdım. Yok Beisa'nın yazısını okurdum sanırım. :D
Neyse, diğer bölümlerde görüşmek dileğiyle.. xoxo..
Edit Büdüt : Bu da The Smiths'ten gelsin 'There is a light that never goes out' :)
Uzun zamandır yokmuşum gibi hissediyorum kendimi. Neden çünkü uzun zamandır doğru düzgün bir yazı yazmıyorum. En son, güzel bayram dileklerimi iletebilmiştim. İşin garibi panomda asılı olan kağıtta sıralı bir liste şeklinde bloga yazıcaklarım duruyor. Bilgisayarın karşısına her geçtiğimde 'tamam bu sefer yazacağım, çok kararlıyım' diyorum, diyorum ama olmuyor.. Bütün ilham perilerim kaçıştılar sanırım. Zaten kendimi bu aralar fazla müziğe verdim, yazı kısmı biraz arka planda kaldı. O yüzden bugün ve hatta şu anda 'bloga artık ben de bir şeyler yazmalıyım' dedim ve oturdum yazmaya. Şimdi bu yazıyı beisa~ okuyunca, "fatoş', senin yarın bir adet quizin, bir adet reading'in, 6 saat dersin ve bir adet sınavın yok mu? " demeyecek mi? :D Diyebilir evet ama gerçekten artık çoooook bunaldım okumaktan..
Şimdi gelelim panomdaki sıralı listeye, aldığım küçük küçük notlara. Düşündüm de bu notları boşuna almışım çünkü üstünden bayaaa geçtiği için, ne yazacağımı da pek hatırlamıyorum. Neyse.. Ben yine de hatırladığım kadarından bahsedeceğim. Ablam da artık blogcu oldu, bizim yazıları okurken falan, neden olmasın ben de bir şeyler karalayayım demiş, ve tabi ki ilk olarak 'fatoş' ben de sizin bloga arada sırada bir şeyler yazabilir miyim? ' diye sordu. Cevap : 'hayır! ' :D Tabi hemen böyle söylemedim. 'yani ablacım bak ben sana yeni bir blog hazırlayayım, sen oraya yaz, hem kendini geliştirmiş olursun, hem de ben senin reklamını bizim blogta yaparım hiiiç merak etme' gibi cümleler sarfettim. Sonuç, oturdum iki gün ablamın bloguyla uğraştım. Zaten uzunca bir süredir sol taraftaki kenar çubuğunda reklamını yapmaktayım da 'kuzeyi gösteren pusula'nın.. :) Benimse panomdaki notlarıma bakılırsa, ablam blogunda komik bir olaya deyinmiş. Çocuk deyip geçmeyin temalı bu yazısını okuduktan sonra aklıma ablamla olan çocukluk hikayelerim geldi hep. Hani düşünüyorum da gerçekten pek garip şeyler yapıyorduk biz de. Normal kız çocukları gibi evcilik değil de askercilik veya dağcılık oynamamız mı dersiniz, yoksa ölen civcivlerimizi gömüp (hatta mezar taşı bile koyuyorduk) her gün gidip dua etmemiz mi.. Anlatılacak çok şey var aslında ama burda anlatıp kendimi de ablamı da rezil edemeyeceğim şimdi. Hele bir salyangoz olayım vardır ki.. Neyse.. :) Anlayacağınız normal bir çocukluk dönemimiz olmadı. Bunun etkisinin şimdiyi nasıl yansıdığı hakkında konuşmayacağım bile. :D Nolur nolmaz Freudculuk oynarken kendimi ele vermeyeyim.
Sonra notumun tekinde '500 Days of Summer' dan bahset demişim. Evet ben bu filmi izledim ve hiç hoşlaşmadım Summer denen hatundan. Evet! Sevmedim. Bir de sanırım kendimi de biraz özdeşleştirdim o hatunla, daha da sevmedim. Güzel bir film ama, tavsiyeler benden, izlenesi, sevilesi.. Bu arada 'I luv the Smiths, too' demeden geçemedim. 'to die by your side is such a heavenly way to die..' :D Bir şey anlatmayacağım film hakkında, izleyiniz, izlettiriniz.

Sonrasında da meşhur 'Twilight' filminin ikincisi olan 'New Moon'a geleneksel ekibimiz Hasra, Beisa ve ben, artı Mehmet, ve Ümit, hep beraber gittik. Twilight fanları kızmasınlar ama bu ikinci filmde gerçekten güldüm, hatta salonda en heyecanlı yerlerde kahkaha atan biri varsa evet o benim.. Beğenmedim değil ama ablamın da dediği gibi şu Türk filmi arabesk modundan artık çıkması lazım. Bu arada vampirlerin pabucu dama atıldı benim için. Kurtlar daha iyiymiş yafu..

Bu notlar bitmez benden söylemesi, o yüzden kalanları ikinci bir yazıda bahsetsem iyi olacak gibi görünüyor. Buraya kadar yazımı okuyup sabredenlere teşekkürlerimi sunuyorum. Açıkçası ben kim olursa olsun bu kadar uzun bir yazıyı okumazdım. Yok Beisa'nın yazısını okurdum sanırım. :D
Neyse, diğer bölümlerde görüşmek dileğiyle.. xoxo..
Edit Büdüt : Bu da The Smiths'ten gelsin 'There is a light that never goes out' :)


Ve sonunda, o hiç sevmediğim Kasım bitti. Bi-iki hafta önce, bilgisayarımın diplerinden günışığına çıkarıp tekrar hatırladığıma çok sevindiğim o şarkıyı dinlerken Dixie Chicks'in BBS Aralık Ayı Sanatçısı olmasına karar verdim -ki, o şarkı da, hakkında söyleyeceğim birkaç bi şeyim olan Not Ready To Make Nice'tır.
Aslında, country tarzı müzik yapmalarının dışında, hakkında hiçbi şey bilmediğim bi gruptu Dixie Chicks. Küçük bir araştırmayla, Martie Maguire, Emily Robison, Natalie Maines'ten oluşan grubun aslında taa 1989 senesinde kurulduğunu öğrendim. Tabi ki, birsürü değişiklikler geçirerek son halini almış ve Natalie Maines'in solist olduğu toplam 4 albüm çıkarmışlar: Wide Open Spaces, Fly, Home ve Taking the Long Way. Grup, 1999 yılından beri toplam 13 tane Grammy Müzik Ödülü'ne layık görülmüş ve 2007 yılında aldıkları 5 Grammy'nin biri 'Yılın Albümü' ~Taking the Long Way~, biri de 'Yılın Şarkısı' ~Not Ready To Make Nice~ ödülüymüş. Bu şarkının adı da tekrar geçmişken, yazılma hikayesinde kısaca bahsetmezsem olmaz. Grubun solisti Natalie Maines, Amerika'nın Irak işgalinin üzerine, bir konserlerinde bu savaşı istemediklerini ve Bush'un Texaslı olmasından utandıklarını açıklamış. Bunun üzerine, grubun şarkılarının yerel radyolarda çalınması yasaklanmış ve bazı tehditler almaya başlamışlar. Şarkıda geçen
"they’d write me a letter sayin’ that i better shut up and sing or my life will be over"
sözleri de, bunlara yapılan göndermelermiş. Daha sonra da Shut Up and Sing isimli bir belgesel çekilmiş zaten bu konu hakkında.
Bu kadar isminden bahsettiğim şarkıyı buraya koymazsam olmazdı sanırım :) Yine de, çoğu insanın bu şarkıyı çoktan duymuş olabileceğini düşünerek, çok sevdiğim bi şarkılarını da koymak istedim: Cold Day in July. Güle güle dinleyin! :)
p.s : Çok mu italik oldu, bana mı öyle geldi? :)

Kaydol:
Kayıtlar (Atom)