31 Temmuz 2010 Cumartesi /
21:00
bunu beisa~ yazdı!
Fatoş'la yine sıcaktan bunaldığımız ve stajlarımızın da bitmesiyle yapacak bir şey bulamadığımız bir yaz, uzun zamandır kişisel olarak sürdürdüğümüz blog maceralarımızı ortak bi yerde toplamaya karar vermemizden bu yana tam bir sene geçmiş. İsim bulması, şablon seçmesi, hepsi ayrı zevkliydi de, açılışını kaçırdığıma çok üzülmüştüm. Eve bir girmiştim ki, çoktan yazılar yazılmış falan :) Ama ilk doğumgünü partisini kaçırmaya niyetim yok! Herkese bizden bir dilim pasta, hediyelerinizi kenara koyabilirsiniz! :p ve müzik başlamadan önce..
Bunca zamandır yanımızda olan herkese teşekkürler!
Nice mutlu yıllara BBS ! Doğumgünün kutlu olsun ! ;D
17 Temmuz 2010 Cumartesi /
00:10
bunu beisa~ yazdı!
Sinestezi, Latince bir terim ve "duyuların birleşmesi" anlamına geliyor. Beyinde, normalde olmayan öyle şeyler oluyor ki, bu olayın sonucunda kişi, renkleri duyabilir, sesleri görebilir hale geliyor, en basit örneklemeyle. Müzik dinlerken, gözlerinin önünde renk cümbüşü falan oluyor, anlatılanlara göre. Tabi ki, başka duyuların karmaşasından oluşan versiyonları da mevcut. Kulağa çok eğlenceli geliyor, "Sinestezik olmak istiyorum!" diye az dolaşmadım etrafta. Aynı olay, iki farklı duyuyla deneyimlendiği için, çok daha kalıcı bir anı olarak yer de ediyor hafızada; itiraf ediyorum, balık hafızalı biri olarak asıl ilgimi çeken de buydu! :p Oysa bu durum, sürekli çağrışımlar doğurduğundan, çok fazla dikkat dağınıklığına, içe çekilmeye neden olabiliyormuş. O yüzden vazgeçtim sinestezik olmaktan; ayların bana renkleri, isimlerin kokuları çağrıştırmasından...
Son zamanlarda çok popüler olmaya başlayan bir durum bu, kesinlikle bir hastalık değil ama ayrıcalık olduğunu da düşünmüyorum artık -dediğim gibi. Çokça araştırmalar yapılıyor hakkında, büyük sanatçıların da sinestezik olduğu varsayılıyor. Algılarındaki fazladan bir duyu, birnevi sağlama görevi görüyor, daha estetik olmalarına yardımcı oluyor çünkü. İşin komiğiyse, bu insanlar, doğuştan sahip oldukları bu sinestezik durumlarının, aslında başkalarında olmayan bir durum olduğunu genelde bilmiyor ve herkes müzik dinlerken renkler görüyormuş gibi düşünüyor. Oysa bazılarımız, değil renklerini görmek, bir notayı taklit edebilecek kulağa bile sahip değiliz! (bkz: yazar burada kendinden bahsediyor) :p
p.s : "Koskoca" psikologlar olarak biraz da bu konularda bi şeyler paylaşalım demiştik, aylar öncesinde... Bugüne kısmetmiş! :) Ben başlatayım da, devamı gelir nasıl olsaaa...
Son zamanlarda BBS'yi terkettiğimiz için çok vicdan azabı çekiyorum.. Ama napalım, günlerimiz o kadar yoğun geçiyordu ki.. Bir yandan araştırma -aslında araştırma babında hiçbir şey yapmıyorduk ama bahanemizdi işte :p- bir yandan yüksek lisans başvuruları, artık okulu acilen terketmemiz gerektiğinden -mezun olduk ühüüü :( - ilişik kesme işlemleri, ve biraz olsun okuldaki son günlerimizi eğlenerek geçirme isteği, sonrası mezuniyet balosuydu, töreniydi derken, eve kendimizi zor attık inanın ki.. :)
Çok mutsuzum, mezun olmak çok üzücü gerçekten.. 5 yıl bir yere alışıp, bir anda 'git burdan' diyorlar.. Ben bunu kaldıramam ki amaaa.. En kötüsü de ne oldu biliyor musunuz? Bütün arkadaşlarımızı geride bıraktık :( Artık herkes kendi yolunda..
Zaman denen şeyle yuforikleşeceğim yakında..
Az kaldı, hissediyorum..
Edit Büdüt : Ben herkesi çooook özlediiimm amaaa !!
26 Haziran 2010 Cumartesi /
10:38
bunu beisa~ yazdı!
Twilight serisinin ilk filmine, fatoş ve hasra'yla dönemin saçmasapan son sınavından çıktıktan, karnımızı doyurmaya ilginç bi köfteciye uğradıktan ve en yakın seansa yetişemediğimizden gecenin bi vaktine kadar alışveriş merkezinin yemek katında bekledikten sonra gittiğimizde henüz kitabını okumamıştım. Bu yüzden de o filme girmeyi teklif eden ben olduğum için, beğenilmeyecek diye hafif bi kaygı hissediyordum. Gerçi kitabı hala okumadım! :) Ama New Moon'a da birlikte gittikten sonra, bizim için değerli bi yere sahip olmuş ki, dün fatoş bize "geleneksel sinema olayımız alacakaranlık filminin 3.sünü izlemeye ne dersiniz?" diye mesaj atınca, inanılmaz sevindim. Sonradan öğrendim ki, hasra da aynı ruh hali içersine girmiş!
Evet, serinin 3. filmi Eclipse30 Haziran'da vizyona giriyor. Yine Bella'mız Edward ve Jacob arasında seçime zorlanıyor çünkü kasabada ilginç ölümler olmaya başlıyor. Ve bu seçimler kurtadamlarla vampirleri karşı karşıya getiriyor. Bi de kızıl saçlı korkunç bi vampir kız var, Bella'dan intikam almaya çalışan. Fragmanı izledim de şimdi, yine efektleri falan başarılı bence, baya heyecanlandırdı beni. İzledikten sonra ne düşünürüm, film esnasında ne kadar eğlenirim bilemem, başka bi yazıda kısaca not geçerim tabi ama şu sürekli kendini tekrar eden konuda bile inanılmaz eğleniyorum nedense. Gidelim bakalım haftaya, yine bol bol küfrederim Bella'ya. Edward neyse de, Jacob ne buluyor o kızda anlamıyorum. Gerçi saçlarını kestirmeseydi daha iyiydi o da. Kihkih tam ergen muhabbeti yaptım şu an ama sanırım bu filmde beni cezbeden de bu. Çocukluğuma dönmüş gibi seviniyorum izlerken :)
Fragmanlar tam burada. "It all begins ... With a choice"
17 Haziran 2010 Perşembe /
20:14
bunu beisa~ yazdı!
İstanbul'da olmama rağmen, katılamadığım için çok üzüldüğüm bir etkinlik vardı geçenlerde. Düşün Taşın Derneği, Türkiye'deki kitap okuma oranını arttırmaya yönelik çalışmalar yapıyor son zamanlarda. 13 Haziran Pazar günü de, Ali Sami Yen'de "En Yüksek Katılımlı Kitap Okuma Etkinliği" gerçekleştirilecekti, ancak bunu biz tam o gün, saat 11.30 sularında, kahvaltı yaparken televizyondan öğrendik. Binlerce insan tribünlere oturmuş, ellerinde kitaplar.. Bir de Guinness ekibi çağrılmış :) ve etkinlikte okunan kitaplar, daha sonra, talepte bulunan ve ihtiyacı olan illere gönderilecekmiş. Daha önceden duymadığımız için üzülerek bekledik haberin sonunu.
Sonra ben şu yüksek lisans heyecanından rekor denemesinin sonucuna bakmayı unuttum. Bugün biraz rahatladım da, hemen küçük bir araştırma yaptım. Etkinliğe 14.517 kişi katılmış! Ancak 15.440 kişilik rekor kırılamamış. Neyse ki o rekor da Türkiye'ye ait! :) Bu etkinliğin 2014 yılına kadar tekrarlanması planlanıyor, umarım en azından birine katılabilirim. Hatta umarım, benim katıldığım sene kendi rekorumuzu kırarız! :)
5 Haziran 2010 Cumartesi /
11:33
bunu beisa~ yazdı!
Oi Va Voi, gerçekten birçok müzik türünü harmanlayabilmiş, Londra çıkışlı bir grup. Öyle ki, Yahudi etnik müziğinden başlayıp elektronik müziğe geçiş yapan şarkıları mevcut! Grup, 1990'ların sonunda kurulmuş, kuruculardan bazıları ayrılmış, gruba yeni insanlar alınmış ama hala kalabalıklar. Ve bu sıralar hak ettikleri popülerliği yaşadıklarını düşünüyorum. Çünkü dinledikçe, garip bir şekilde, hem huzur hem enerji veren şarkılara sahipler. 2003'ten bu yana, 4 tane albüm çıkarmışlar ve isimleri sırasıyla şöyle: Digital Folklore, Laughter Through Tears, Oi Va Voi, Travelling the Face of the Globe.
2007'de, 2009'da ve bu sene olmak üzere 3 defa Türkiye'ye gelmişler. Hatta bu sene geldiklerinde, Şubat'ta, Ankara'ya da geldiler ama ne yazık ki, ben bu kadar derinlemesine dinlemiş değildim henüz bu grubu. Bir daha gelirlerse, ~ki bence gelirler!~ bu sefer kaçırmayacağım onları canlı dinleme şansını :) Çünkü duyduğuma göre, sahnede de enerjik ve sıcaklarmış.
Aslında, Oi Va Voi'u bu ayın sanatçısı olarak, bi istek üzerine seçtim. 6 senelik bir arkadaşımın, en sevdiği gruplardan bi tanesi olduğundan rica etti, ben de kırmadım tabi, 1 ay gecikmeli de olsa.. Bu yüzden, Yesterday's Mistakes herkese, ama en çok Deniz'e gelsin. Çok sevdiğini ve çok dinlediğini biliyorum :)
p.s : Grubun ismi yerel bir konuşma dilinde "Aman Tanrım!" anlamına geliyor :) Oi Va Voiiiiii!!
24 Mayıs 2010 Pazartesi /
00:44
bunu beisa~ yazdı!
6 senedir, illaki laf arasına karışıveren, hakkında teoriler ürettiğimiz, zaman zaman fenalık getiren, zaman zaman tekrar kendisine bağlayıveren Lost bu gece bitiyor! Üniversite hayatım Lost'la geçti gerçekten, nasıl üzülmem ki :) Şöyle bi düşünüyorum da, "spoiler" kelimesiyle bu dizi sayesinde tanışmış bile olabilirim! Daha sonra, derslerde, ALES'te karşıma çıkmadığı mı kaldı, karakterleri hakkında yapılan şarkılarla dilime dolaşmadığı mı? (bkz: the Sawyer Song).
Dizi başlarken ve aralarda siyah zemin üzerinden viuuu diye ses çıkararak yaklaşan şu "LOST" yazısını bile özlicem, valla! :) İstenilen şekilde bitmiyor belki, belki sorularımıza cevap alamadık, son sezonlarda belki saçmaladı senaristler, ama öyle ya da böyle hayatımın önemli bir kısmında vardı bu dizi. Seneler sonra da, çocuklarıma anlatmayı planlıyorum! :p "Bak kızım, bizim bi Black Smoke vardı, ağaçları yıkardı; Richard hiç yaşlanmazdı." falan diye. Çok hüzünlendim ben. Birkaç saat kaldı, inanabiliyor musunuz?
p.s : yorum yaparken spoiler'a dikkat edin ha! BBS yazarları olarak, hala izlemedik 6'nın tamamını :)
Özellikle profesyonel olarak fotoğrafçılıkla uğraşanlar, "Resimlere bakıyorum" falan dendiğinde, koşullanmışçasına "Onlar resim değil, fotoğraf" deyiverirler.
(Yigal Ozeri)
Yok, kızmam tabii ki. Haklılar. Yine de resim sanatıyla daha çok uğraşan bir toplumdan olmanın etkileri diye düşünüyorum.
(Eric Zenner)
Bir de şarkılar var tabii. "Resimdeki Gözyaşları" falan :) Bu ağız alışkanlığında, onların da çok etkisi vardır kesin.
(Glennray Tutor)
Fotorealizm de, bunun tam tersi işte! Bunlara "fotoğraf" derseniz, benzer bi tepki alırsınız. Çünkü bunlar fotoğraf değil, resim. Şaka gibi, di mi? :) Özellikle bu sonuncuya ba-yıl-dım!
Dünya Günü ve Hıdrellez'den sonra, gecikmeli olarak ~ah bu sınavların gözü çıksın!~, 2 önemli gün hakkında daha yazmak istiyorum. Son birkaç yazıda, BBS'yi Önemli Günler ve Haftalar blogu haline getirmiş gibi olduk gerçi, di mi? :)
Evet, Pazar günü, ALES'e gitmek için sabahın çok erken saatlerinde uyanıp bitkin ve sinirli bi şekilde hazırlanırken hiç aklıma bile gelmeyen, ancak çıkmak için kapıyı açtığımızda, annemle karşı karşıya kaldığımız manzaranın birden hatırlatıverdiği bir şey vardı ki, o da Anneler Günü'ydü. Karşılaştığımız manzara ise, kapının dışına yapıştırılmış bir adet kırmızı gül! :) O kargaşada fotoğrafını çekmek de aklıma gelmedi tabi ama apartman yöneticimizin ne kadar ince bir insan olduğunu anladım :)
Ve ertesi gün, yani 10 Mayıs'ta, şimdi anlatsam uzun sürecek birtakım tesadüfi olaylar sonucu, o günün de bizim açımızdan ne kadar da önemli bi gün olduğunu öğrendim: Psikologlar Günü! :) Böyle bi günümüzün olduğu aklıma bile gelmemişti açıkçası daha önce. Sevindim ama nedense. Hatta kardeşim bana bir Rocco verdi hediye olarak :) Böylece ilk Psikologlar Günü hediyemi aldım, mutlu oldum. Daha nicelerine :)
Bir dahaki önemli günde veya haftada görüşmek üzere. Ondan önce de görüşmek üzere aslında. Biz hep buralardayız yaa :)