Biri Bunu Açıklasın - II

Merhabalar ! :)

Uzun zamandır yokmuşum gibi hissediyorum kendimi. Neden çünkü uzun zamandır doğru düzgün bir yazı yazmıyorum. En son, güzel bayram dileklerimi iletebilmiştim. İşin garibi panomda asılı olan kağıtta sıralı bir liste şeklinde bloga yazıcaklarım duruyor. Bilgisayarın karşısına her geçtiğimde 'tamam bu sefer yazacağım, çok kararlıyım' diyorum, diyorum ama olmuyor.. Bütün ilham perilerim kaçıştılar sanırım. Zaten kendimi bu aralar fazla müziğe verdim, yazı kısmı biraz arka planda kaldı. O yüzden bugün ve hatta şu anda 'bloga artık ben de bir şeyler yazmalıyım' dedim ve oturdum yazmaya. Şimdi bu yazıyı beisa~ okuyunca, "fatoş', senin yarın bir adet quizin, bir adet reading'in, 6 saat dersin ve bir adet sınavın yok mu? " demeyecek mi? :D Diyebilir evet ama gerçekten artık çoooook bunaldım okumaktan..

Şimdi gelelim panomdaki sıralı listeye, aldığım küçük küçük notlara. Düşündüm de bu notları boşuna almışım çünkü üstünden bayaaa geçtiği için, ne yazacağımı da pek hatırlamıyorum. Neyse.. Ben yine de hatırladığım kadarından bahsedeceğim. Ablam da artık blogcu oldu, bizim yazıları okurken falan, neden olmasın ben de bir şeyler karalayayım demiş, ve tabi ki ilk olarak 'fatoş' ben de sizin bloga arada sırada bir şeyler yazabilir miyim? ' diye sordu. Cevap : 'hayır! ' :D Tabi hemen böyle söylemedim. 'yani ablacım bak ben sana yeni bir blog hazırlayayım, sen oraya yaz, hem kendini geliştirmiş olursun, hem de ben senin reklamını bizim blogta yaparım hiiiç merak etme' gibi cümleler sarfettim. Sonuç, oturdum iki gün ablamın bloguyla uğraştım. Zaten uzunca bir süredir sol taraftaki kenar çubuğunda reklamını yapmaktayım da 'kuzeyi gösteren pusula'nın.. :) Benimse panomdaki notlarıma bakılırsa, ablam blogunda komik bir olaya deyinmiş. Çocuk deyip geçmeyin temalı bu yazısını okuduktan sonra aklıma ablamla olan çocukluk hikayelerim geldi hep. Hani düşünüyorum da gerçekten pek garip şeyler yapıyorduk biz de. Normal kız çocukları gibi evcilik değil de askercilik veya dağcılık oynamamız mı dersiniz, yoksa ölen civcivlerimizi gömüp (hatta mezar taşı bile koyuyorduk) her gün gidip dua etmemiz mi.. Anlatılacak çok şey var aslında ama burda anlatıp kendimi de ablamı da rezil edemeyeceğim şimdi. Hele bir salyangoz olayım vardır ki.. Neyse.. :) Anlayacağınız normal bir çocukluk dönemimiz olmadı. Bunun etkisinin şimdiyi nasıl yansıdığı hakkında konuşmayacağım bile. :D Nolur nolmaz Freudculuk oynarken kendimi ele vermeyeyim.

Sonra notumun tekinde '500 Days of Summer' dan bahset demişim. Evet ben bu filmi izledim ve hiç hoşlaşmadım Summer denen hatundan. Evet! Sevmedim. Bir de sanırım kendimi de biraz özdeşleştirdim o hatunla, daha da sevmedim. Güzel bir film ama, tavsiyeler benden, izlenesi, sevilesi.. Bu arada 'I luv the Smiths, too' demeden geçemedim. 'to die by your side is such a heavenly way to die..' :D Bir şey anlatmayacağım film hakkında, izleyiniz, izlettiriniz.



Sonrasında da meşhur 'Twilight' filminin ikincisi olan 'New Moon'a geleneksel ekibimiz Hasra, Beisa ve ben, artı Mehmet, ve Ümit, hep beraber gittik. Twilight fanları kızmasınlar ama bu ikinci filmde gerçekten güldüm, hatta salonda en heyecanlı yerlerde kahkaha atan biri varsa evet o benim.. Beğenmedim değil ama ablamın da dediği gibi şu Türk filmi arabesk modundan artık çıkması lazım. Bu arada vampirlerin pabucu dama atıldı benim için. Kurtlar daha iyiymiş yafu..



Bu notlar bitmez benden söylemesi, o yüzden kalanları ikinci bir yazıda bahsetsem iyi olacak gibi görünüyor. Buraya kadar yazımı okuyup sabredenlere teşekkürlerimi sunuyorum. Açıkçası ben kim olursa olsun bu kadar uzun bir yazıyı okumazdım. Yok Beisa'nın yazısını okurdum sanırım. :D

Neyse, diğer bölümlerde görüşmek dileğiyle.. xoxo..

Edit Büdüt : Bu da The Smiths'ten gelsin 'There is a light that never goes out' :)



Bunu dedi ( 8 ) kişi

BBS Ayın Sanatçısı - Dixie Chicks


Ve sonunda, o hiç sevmediğim Kasım bitti. Bi-iki hafta önce, bilgisayarımın diplerinden günışığına çıkarıp tekrar hatırladığıma çok sevindiğim o şarkıyı dinlerken Dixie Chicks'in BBS Aralık Ayı Sanatçısı olmasına karar verdim -ki, o şarkı da, hakkında söyleyeceğim birkaç bi şeyim olan Not Ready To Make Nice'tır.

Aslında, country tarzı müzik yapmalarının dışında, hakkında hiçbi şey bilmediğim bi gruptu Dixie Chicks. Küçük bir araştırmayla, Martie Maguire, Emily Robison, Natalie Maines'ten oluşan grubun aslında taa 1989 senesinde kurulduğunu öğrendim. Tabi ki, birsürü değişiklikler geçirerek son halini almış ve Natalie Maines'in solist olduğu toplam 4 albüm çıkarmışlar: Wide Open Spaces, Fly, Home ve Taking the Long Way. Grup, 1999 yılından beri toplam 13 tane Grammy Müzik Ödülü'ne layık görülmüş ve 2007 yılında aldıkları 5 Grammy'nin biri 'Yılın Albümü' ~Taking the Long Way~, biri de 'Yılın Şarkısı' ~Not Ready To Make Nice~ ödülüymüş. Bu şarkının adı da tekrar geçmişken, yazılma hikayesinde kısaca bahsetmezsem olmaz. Grubun solisti Natalie Maines, Amerika'nın Irak işgalinin üzerine, bir konserlerinde bu savaşı istemediklerini ve Bush'un Texaslı olmasından utandıklarını açıklamış. Bunun üzerine, grubun şarkılarının yerel radyolarda çalınması yasaklanmış ve bazı tehditler almaya başlamışlar. Şarkıda geçen

"they’d write me a letter sayin’ that i better shut up and sing or my life will be over"

sözleri de, bunlara yapılan göndermelermiş. Daha sonra da Shut Up and Sing isimli bir belgesel çekilmiş zaten bu konu hakkında.



Bu kadar isminden bahsettiğim şarkıyı buraya koymazsam olmazdı sanırım :) Yine de, çoğu insanın bu şarkıyı çoktan duymuş olabileceğini düşünerek, çok sevdiğim bi şarkılarını da koymak istedim: Cold Day in July. Güle güle dinleyin! :)



p.s : Çok mu italik oldu, bana mı öyle geldi? :)


Bunu dedi ( 0 ) kişi

Bugün Bayram !


Bir çocuk değilsem de artık.. Rengarenk şekerler konmasa da avuçlarıma, pırıl pırıl insanlar biriktirdim çantamda.. Masal güzelliğinde bir bayram geçirmeniz dileğiyle..
Musmutlu Bayramlar.. !! :)


Edit Büdüt: Bana gelen mesajlardan biri yafu..

Edit Büdüt 2: Üstüne bu bayram Ankara'dayım, Self çalışıyorum iyi mi? Şeker istiyorum ben de.. :(


Bunu dedi ( 3 ) kişi

Felsefe dersleri nasıl olur aslında? - 2


Bugün, fatoş'un da bi zamanlar bahsetmiş olduğu, felsefe dersinde ~ki o ilk dersi o kadar ballandırarak anlattılar ki, ben de almaya karar vermiştim sonunda~ film izledik bi tane Baraka diye. 1992 yapımı, tamamen sözsüz bi film. Neyse ki, uzun zaman önce "Sözsüz film mi olur yeaa.." önyargısını atmıştım da, merakla izlemeye başlayabildim. Gerçi başlarda, diğer filmlerde olduğu gibi, müzik bitecek ve olay başlayacak hissine kapılmadan edemedim ama 20 dakikadan sonra, hala bi olay olmadığını fark edince o histen de kurtuldum.

Çok ilginç bi filmdi aslında, ilkel kabilelerin geleneksel danslarını, soğuk havada suyun içinde duran maymunları ve Hindistan'da çöp ayıklayan insanları aynı filmde görmek pek alışkın olduğum bi durum değil nitekim. En garibiyse, kesilmek için yumurtadan yeni çıkmış ve fabrikada bi ton makineye girip çıkan, kaydırağımsı yerlerden kayan ve kontrolden geçen civcivlerle ~büyük ihtimalle~ Çin metrosundaki insan kalabalığının arasında kurulan bağlantıydı. Zaten o kısımdan sonra ara verdik, ben de erken çıkmak zorunda kaldığım için sonunu izleyemedik. Hala civcivleri düşünüyorum. Size bi şey diyim mi? Ne kadar kompleks gözükürse gözüksün, aslında ayıklanan civcivler gibi hayatlarımız var. Derse giderken "Oooh.. Film izlicez, oley" diye düşünürken, yine felsefe yapıp çıktım kısacası.

Ama bu kadar yeter! Şimdi tatlı bi şeyler yiyerek 'How I Met Your Mother' izlemeye gidiyorum. Kendime geleyim azcık :)

P.s : Dersin hocası, filmin sonunu izleyebilmemiz için bize filmi verecek, nitekim fatoş'la baya ilgimizi çekti, Hasra zaman zaman uyumuş olup ara verdiğimizde "Ne anlatıyor?" diye sormuş olsa da :) Amaaan.. Maymun, civciv falan işte. Ehi :)


Bunu dedi ( 9 ) kişi

Büyümüşş..

Büyüdüğünün anlaşıldığı anlar vardır ya, onlardan nefret ederim ben. Ama yaşadım bugün bi tane, malesef. Anlatıyorum bak...

Benim siyah converse'lerim vardı eskiden, bu herbir yeri siyah olanlardan hani. Sonra zamanla, ben yazın da çokça giydiğim için sanırım ve yağmurda çamurda da, rengi açıldı. Böyle, kumaş kısmı, siyah desen değil, kahverengi desen değil bi duruma gelmişti. Ben de bunlari siyah kotun, eteğin altına falan giyemez olmuştum haliyle. Sonra ayakkabılarımı boyamaya karar verdim. Gittim, siyah kumaş boyası aldım. Kaç gündür de aklımda, bugün de öğleden sonram boş olduğu için, ALES'e çalışacağıma, oturayım da ayakkabımı boyayayım dedim, bari boş zamanım bi işe yarasın :p Sweeney Todd'un müziklerini ne zamandır dinlemiyordum, albümü attım player'a ~nedense bi elimde fırça, öbür elimde converse'ler, çok yakıştırdım o şarkıları ortama~ mutlu mutlu, çocukça bi sevinçle boyuyorum işte. Bi de boyadıkça ayakkabı bi şeye benzemeye başladı, ben iyice heveslendim falan. Çok da hoşuma gitti bu iş, tişört falan boyarım diye düşünüyorum böyle ~zaten bu sıralar, kendimi aştım, ilginç şeyler çekiyor canım, mızıka falan çalasım var~. Neyse, 1.5 saate yakın boyadım ben ayakkabılarımı, sonra boyadan zehirlenmek üzereyken pencereyi açtım, kendime geldim, içim kıpır kıpır, siyah converse'lerime kavuşmuşum. En sonunda ellerime baktım, parmaklarım falan simsiyah olmuş. Gülümsedim, "Kirlenmek güzeldir" diyen reklam aklıma geldi. Sonra ellerimi yıkamaya gittim!

Oysa küçükken çok severdim boya olan ellerimi.
Çok acıklı yaa.. Pöf!

P.s : Off.. Günlerim bi sıkıcı bi sıkıcı.. Ne zamandır yaptığım en eğlenceli şey buydu, gerisini düşünün artık :Z

P.s 2: Sweeney Todd demişken, soundtrack'teki en sevdiğim şarkı 'By The Sea'; hem Mrs. Lovett da benim kadar h a y a l p e r e s t ® olup Mr. Todd'la yaşayacağını düşündüşü için, hem de deniz kenarı hayali bende de olduğu için herhalde.



Bunu dedi ( 8 ) kişi

Google, Sen Adamı Öldürürsün :)


80'li veya 90'lı yıllarda çocuk olanların ilk aklına geleceklerden biridir Susam Sokağı. Bu eğitici çocuk programı nedense bana hiç sıkıcı gelmemiştir zamanında. Hepsi ayrı komik olan bissürü kukla, kime sıkıcı gelebilir ki zaten? Kocaman bir serçe olan 'Minik Kuş', hayatımda ilk karşıma çıkan ironidir herhalde. Ama en çok 'Kurabiye Canavarı'nı severdim o zamanlar, çünkü bi kurabiye canavarıydım ben de. Edi'yle Büdü ise, en yakın arkadaşımla bana verilen addı tabii ki, herkesin böyle bi arkadaşı olmuştur herhalde. Son zamanlarda videoları dolaşıyor Facebook'ta hatta. Videoyu izleyip izleyip gülüyorum, Edi'yle Büdü'nün '6' rakamını öğretme çabalarına. Ya da tam uyumak üzerelerken Büdü'nün Edi'ye 'Beni seviyor musun?' diye sorduğu video :) Gerçi, bu artık arkadaşlar arasında pek sık sorulan bi soru değil.. Yoksa? Yoksa? :p Bu çizgifilmler de hep böyle ama, önce Şirinler, sonra Teletubbies.. Meğer hepsinden önce Edi'yle Büdü varmış. :p

Şaka bi yana, bugünün Susam Sokağı'nın 40. yılı olması dolayısıyla sevgili arama motorumuz Google, bize bi süpriz yapmış ve o'larının yerine Edi'yle Büdü'yü koymuş. Derse gitmekten son anda vazgeçtiğim bu cuma sabahında, bilgisayarımı açıp bi şey araştırmak için Google'a girmemle mutlu olmam bir oldu! :) Bugün güzel bi gün olacak sanırım? Bakalım..


Bunu dedi ( 3 ) kişi

Postcards Traveling the World!


Bugünlerde çokça duyduğum yeni bir oluşumdan bahsetmek istiyorum..
Postcrossing denen bu oluşum, dünyanın her yerinden insanların birbirlerine kartpostal gönderme etkinliği aslında.. Hele kartpostal almayı, vermeyi sevenler için gerçekten güzel bir etkinlik. Üye oluyorsunuz ve sistem size dünyanın herhangi bir yerinden birinin adresini veriyor. Siz de o kişiye kartpostal gönderiyorsunuz. Bu şekilde siz de kartpostal alma etkinliğinizi aktifleştirmiş oluyorsunuz ve bir süre sonra da size kartpostallar gelmeye başlıyor. Site adresleri nette yayınlamadığı için güvenilir. Şimdiden elinde yüzlerce kartpostal olan kullanıcılar var. Öyleki değişik koleksiyonlar yapıyorlar kartpostallardan.

Ben daha yeni üye oldum ve açıkçası şimdiden heyecanlanmaya başladım. İlk kart göndereceğim kişi de Portekiz'den.. Bakalım bana kimlerden kartpostallar gelecek.. :)

Bakayım neler varmış diyorsanız eğer;
Postcrossing


Bunu dedi ( 8 ) kişi

Ben Bütün Çocukları Yerim!!

Ay, nasıl seviyorum şu çocukları yaaa! Herbiri ayrı şapşal, yemin ederim.

Bi kuzenimin oğlu var mesela, böyle tombik bi şey, kocaman gözleri var. 3 yaşında, ama 5 yaşında falan gösteriyor. 29 Ekim'de Kütahya'ya gittiğimde gördüm en son. Yazın gördüğümden bu yana 1 yaş daha büyümüş gibi geldi bana :) neyse.. Yazın İstanbul'da annemle, ufak bi kaza atlatmıştık da bi motosikletin çarpması suretiyle, Kütahya'ya gittiğimizde olayı kuzenime anlatmıştık. Annem o an bi gaza geldi, küçücük ~yani, yaş olarak~ çocuğun önünde benim paçayı sıyırıp "bak şurası morardı, bak burası şişti" falan demeye başladı. Sonra hızını alamayıp kendi dizlerini açtı, bi de kendi sıyrıklarını anlattı böyle. Çocuğa bi baktım, dehşet içinde bize bakıyor, annesinin bacağına gömülmüş. Neyse, sakinleştirdik, "acımıyo ki" falan dedik, ama yutmadı gibime gelmişti. Şimdi, bu tatilde tekrar gidince, çocukla sehpanın üstünde araba çarpıştırmaca oynarken ~evet, böyle oyunlar oynatıyorum çocuğa~ birden durup bana "Seni motosiklet ezdi mi?" dedi. Ben bi suçluluk duygusuyla dondum kaldım tabi, nasıl travmatik bi olay yaşatmışız çocuğa, unutmamış diye. Sonra dedim, "Çarpmıştı ama bi şey olmadı, geçti" falan. Önce cevap vermedi, sonra "Doktora gelir misin sen de?" dedi, arkasından da "Film çektirdin mi?" diye sordu. Ben ağladım ağlayacağım ama, tutuyorum kendimi. Dedim, "Çektirdim, doktorlar da bi şey yokmuş dedi, iyileştim yani" falan. Sonra dikkatini dağıtayım bari dedim, böyle arabalarla salak salak şeyler yapmaya başladım, güldü müldü baya. Neyse, akşam gidiyorlardı onlar, sarıldım çocuğa, öptüm, birden "Film çektir, olur mu?" dedi, böyle içli içli bakıyor bi de. Çok şekerdi ya, öyle bi sordu ki, düşündükçe film çektiresim geliyor, o derece. Anneme kızdım sonra, neyse, onu burada anlatmama gerek yok artık :))

Ama çok tatlı oluyorlar işte, keşke kimse büyümese... Ama ben böyle büyük kalsam, bu çocuklar hep şapşal gelse bana, sonra ısırsam falan arada onları. Yok ama, kıyamıyorum ben, anca deli gibi öpüyorum. Sonra çocuklar korkup yanıma yaklaşmıyorlar. :))

Aslında bu yazıyı yazarken, aklımda birkaç çocuktan daha bahsetmek vardı ama, kuzenin çocuğu olunca böyle uzun uzun anlattım herhalde. Kaç keredir de, yazılarıma bi resim eklemiyorum di mi? Bir çocuk resmi eklicem şimdi The Fall diye bi filmden. Hem film çok güzel, hem çocuk. Kesin izleyin yani. Ben de bi araştırayım bakiim IMDB'den falan, o çocuk başka filmde oynamış mı diye. Oynamışsa söylerim, onları da izleyin, manyak bi kız ya, konuşması falan. Tamam tamam, sustum; işte o kız, yirim beee!


Bu resimden çok da tatlı gözükmüyor da olabilir tabi, siz o konuşmasını, kırık koluyla kutusunu taşımasını falan görseniz. Bazen de anlamıyor böyle söylenenleri, o zaman bi bakışı, bi "What?" diyişi var ki... Ayy ayy, tekrar izleyim bari.. İsteyenle beraber izleyebiliriz? :)


Bunu dedi ( 0 ) kişi

Kedi (??)

Okuyanlar bilir zaten, bi kardeşim var benim :) hem de kız, böyle küçükken kavga ederdik falan. Hatta bi kere o kadar abartmışız ki herhalde, aşağı kattaki komşu gelmişti susalım diye ~gerçi onlar biraz manyaktı~. Artık o kadar etmiyoruz. Ben agresifim ya biraz, arada bağırıyorum, sonra üzülüyorum ama. Susuyorum o yüzden hemen, gerçekten. Hatta şimdi de, yanıma çömelmiş böyle, kaloriferin dibinde uyukluyor. Kedi gibi resmen, sıkasım geliyor arada. Neyse..

Büyüdük işte artık ikimiz de. Meğer o da blog açmış, benim buraya nasıl şarkı koyduğumu falan sorup durmasından anladım. Bi de, biz bu 'bence bu: eğlenceli, ilginç, etkileyici' kısmını değiştirecektik, ben HTML'yi karıştırıyordum, meğer zaten şablon özelliklerinde varmış, Betül göstermişti bana. Ama bana vermedi uzun bi süre blogunun adresini. Yalvardım da vermedi hatta, gıcık da böyle :) neyse, sonra tesadüfen buldum işte, blogger'ın bozuk olduğu dönemlerde. Okudum, sevdim çok. Güzel yazıyor, kardeşim diye demiyorum. Siz de yeni bi şeyler arıyorsanız, bi bakın bence .GöğeBakmaDurağı.'na :)

Şarkı koymak diyince, uzun zamandır eklemiyordum bi şey, şimdi içimden geldi, yine iyisiniz..:p

Waltz of the Butterfly (:




Peki, kim benimle dans etmek ister, bu şarkıda? :)

Aaa.. Bi de grup kurmayı düşünüyoruz biz Betül'le, BBS Ayın Sanatçısı seçilen 'The Pierces' gibi: b kare. Şimdiden reklamımızı yapayım da, yalnız bırakmayın bizi, olur mu? Hihi..

~Yazının başlığı da çok dandik oldu ya, bi şeylere isim koymakla ilgili problemim var zaten...~


Bunu dedi ( 3 ) kişi

BBS Ayın Sanatçısı - The Pierces

Bu ay yine karşınızda farklı bir sesle, yeni ayın ilk yazısıyla ta-tam!! bendeniz fatoş'.. 29 Ekim'le birlikte kısa bir ev tatili ve yine yazılarımıza dönüyoruz. Bu arada demeden edemeyeceğim, her zamanki gibi bir sürü ödev, sınav, quiz vb. gereksiz şeylerden dolayı bir türlü yazma fırsatı bulamıyoruz. Hazır yeni ay 'malum kasım ayı'_yapraklar bile dökülmeden kış geldi sanırım Ankara'ya :) _ yazayım dedim.

Neyse konuya dönelim, bu ayın sanatçısı olarak seçtiğimiz gruptan bahsetmek istiyorum.

The Pierces..

Allison Pierce ve Catherine Pierce isimli iki kız kardeşin, 2000 yılında New York’da kurduğu, Gossip Girl izlerken farkettiğim ve hemen şarkılarını araştırmaya başladığım pek değişik bir folk-rock grubu. Bütün şarkılarını beğendiğimi söyleyemem ama, bazı şarkıları gerçekten çok güzel.. İlk albümleri 2000 yılında çıkardıkları kendi isimlerini taşıyan 'The Pierces' olmak üzere, sanırım 3 albüm çalışmaları var. Daha doğrusu ben 3 albüm bulabildim. :D Diğerleri de 'Light of the Moon' ve 'Thirteen Tales of Love and Revenge'. Son albümde şarkılarını gittikçe daha da iyi hale getirdiklerini söyleyebilirim.

Ve şarkılarının içinde favorim olan 'Three Wishes'


Bu da ikincisi olsun, pek hoşuma gitti.. 'Boy in a Rock & Roll Band'
'why do i adore u?
we've only just met..
i feel i would do anything for u
but baby, sometimes i forget..'



Edit Büdüt: Bir de 'Turn on Billie' şarkıları pek güzel.. Sanırım bu gidişle bütün şarkıları yazacağım ben, en iyisi yazıyı burda sonlandırmak.. :D


Bunu dedi ( 5 ) kişi