Aslında...

Söylemeden edemeyeceğim, artık okuyucu sayımız da artmışken... Biz aslında fatoş'la bu blogu ilk açacağımız zaman, blog ismi olarak Douglas Adams'ın bu harikulade teriminin orijinali olan 'Somebody Else's Problem'ı kullanacaktık. Kısaltması da SEP olacaktı tabi, BBS yerine. Ancak, fatoş' bu ismi almayı deneyince, halihazırda kullanıldığını ve bizim alamayacağımızı gördü. Zaten, Otostopçunun Galaksi Rehberi'nin en ilginçlerinden biri olan bu terimin kullanılmıyor olması biraz zordu; ama bize asıl koyan, o blogun sahibinin 2004 yılında tek bir yazı yazmış ve bloga bir daha dokunmamış olmasıydı! Güzelim ismi harcamış resmen ya! Çok kızmıştım, bunu yazacaktık, unutmuşuz galiba. Pek gerek de görmemiş olabiliriz tabi. Aklıma geldi şimdi, çok sinir oldum. Ayıp yaa...

Yine de SEP yerine BBS daha güzel sanki? Ya da bu bi çeşit savunma mekanizmasıdır, bilemem... Ah! Bu bilinçdışımız... Hiç uslanmayacak, di mi? :)


Bunu dedi ( 7 ) kişi

A Tragedy of Childhood


Dün çok güzel bir müzikale gittim. 'Spring Awakening'..
Okulumun güzide müzikal topluluğu 'The Company'nin hazırladığı en iyi müzikallerden biri diyebilirim sanırım. Bu sefer gerçekten etkilendim. O kadar ki 'evet tam da müzikal seçmeleri varken ben bir şansımı deneyeyim' dedim.. Malum şöhret basamaklarını bir bir çıkarken önemli olabilir :D
Şaka bir yana gerçekten seçmelerine gitmeyi düşünüyorum fakat nedense bir şey beni hep engelliyor.. Onu bulduğum zaman hayatımdan sonsuza kadar çıkaracağım..

Neyse müzikale dönelim..

"2007 Tony Ödülleri’nde “En iyi Müzikal” dahil, tam 8 dalda ödül kazanan “Spring Awakening”, Frank Wedekind’in 1891 yılında kaleme aldığı aynı adlı, yasaklı oyunundan esinlenerek, Wedekind’in ölümünden yaklaşık 100 yıl sonra sahnelenmiştir. Müzikal, 4 dalda Drama-Desk ödülü kazanmıştır. Müzikalin Broadway kayıtlarından oluşan albüm 2008 yılında Grammy ödülü de almıştır. Müzikalin sözleri oyun yazarı-şair Steven Sater’a, besteleri ise Grammy-adayı şarkıcı/besteci Duncan Sheik’e aittir. Pop-punk şarkılarını eski Almanya’ya götüren rock-müzikal, “klasik” müzikallerden pek çok yönden “farklı”.

Müzikal, yetişkinler tarafından baskı altında tutulan çocukları konu almaktadır. Zaman içerisinde cinselliklerini de keşfeden çocuklar, kontrol edemedikleri duyguları ve yine inkar edemeyecekleri tutkularıyla yüzleşmekte, ilk aşklarını ve beraberinde gelen pişmanlıkları yaşamaktadırlar. Ebeveyn ve öğretmenlerinin baskıları karşısında karakterlerine özgü tepkiler veren gençler, kimi zaman isyan etse de çoğu zaman baskıya boyun eğmektedirler. Cinselliğin bir tabu olduğu, hatta çocuklara bebeklerin leylekler tarafından getirildiğinin öğretildiği 19.yy Almanya’sında geçen hikaye günümüzde bizlere malesef çok uzak gelmemektedir: ensest ilişkiler, dini baskılar, eşcinsellik, taciz, çocuklara şiddet, kürtaj ve yetişkinlerin kontrol ettikleri dünyada ergenlik dönemindeki gençlerin yaşadıkları zorluklar.."

Ve hemen en sevdiğim şarkılarını da koymak istiyorum buraya..



Touch me..



Edit Büdüt : Keşke gösteriden bir sahne de koyabilseydim..


Bunu dedi ( 2 ) kişi

Gencim, Güzelim

Gençken Yapılacak 100 Şey: Sözlüklerin biri sayesinde öğrendiğim Turkcell kampanyası ve Turkcell'im olmamasına rağmen buraya yazacak kadar heyecan yapmamın nedeni, cidden eğlenceli bi kampanyaya benziyor olması. Yanına 100 maddelik 'Yapılacaklar Listesi'ni ve arkadaşlarını alıp yaptıklarını videoya çekip siteye yolluyorsun. Ama öyle kolay şeyler değil, en hoşuma gidenlerse şunlar:

7. Yoldan geçen tanımadığın birine “aynı şehirde yaşıyoruz, neden tanışmıyoruz?” de ve kendini tanıt.

8. Mp3 çalarından dinlediğin bir şarkıyı otobüste/metroda tanımadığın birine armağan ettiğini söyle ve şarkıyı onunla birlikte dinle.

16. Toplu taşıma araçlarında etrafındakilere tek tek saati sor. Saati ileri/geri olanları uyar ve “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nden olduğunu söyleyerek ceza kes.

36. Belediye otobüsüne bindiğinde şoföre “öndeki taksiyi takip eder misin?” diye sor.

50. Alışveriş merkezlerinden birinde yukarı çıkan yürüyen merdivenin başında dur, yukarı çıkanlara “Unutmayın her çıkışın bir inişi var; yolunuz açık olsun” diyerek onları uğurla.

89. Yoldan geçenlere kendi fotoğrafını göster, “bu insanı buralarda gördünüz mü?” diye sor.

Diğerlerini merak ettiysen, buradan bakabilirsin. Hediyeleri de güzelmiş baya; dünya seyahati, Mini Cooper, Turkcell'lilerle 1 yıl boyunca bedava konuşma hakkı ve iPhone arasından ne istediğini de kendin seçiyormuşsun. Ama işin hediyesinde değilim ben; helyumla sakız şişirip köprülerden uçan insanları görünce kıskanan, bunlar için çok mantıklı arkadaşları olduğunu düşünen biri olarak, eğer bu listeyi yapmaya karar veren bir Turkcell'li varsa, eşlik etmekten büyüüüük mutluluk duyacağımı belirtmek isterim :p


Bunu dedi ( 7 ) kişi

Ars Longa

Grupları için seçtikleri bu isim, 'Sanat uzun, hayat kısadır' anlamına gelen latince sözün, ilk kısmı. Bu uzun yola, güzel başlamışlar diyebilirim cidden. Tesadüfen bulduğumdan beri, günde bir doz dinlemeden yapamıyorum. Health Psychology dersi için, düzenli olarak doldurmak zorunda olduğumuz tabloda "Rahatlama" satırına yazdığım 30 dk., genelde bu adamları dinleyerek geçiyor.

Tarzlarına alternative rock diyebiliriz sanırım? ~Hiç iyi olamadım bu kategorilendirme konusunda :)~ Şarkı sözleri çok güzel özellikle, müzikleri de çok sakin. Ama bu rahatlama seanslarımı, hiç kimsede ve hiçbir yerde kayıtlarını bulamadığım için, ancak Myspace'leri üzerinden gerçekleştirebiliyorum. Aslında BBS Kasım Ayı Sanatçısı olarak düşünebilirdim, ama "Herhangi bi kaydını paylaşmadan Ayın Sanatçısı mı olurmuş?" diye düşünüp vazgeçtim. Bi de paylaşmadan duramadım, dinlesin herkes diye :)

'bilseydim bi sihir belki, hiç durmaz çağırırdım seni..
yine olsun eskisi gibi..
'


Bunu dedi ( 0 ) kişi

The Sexist Son of a Bitch !

~ 'the sexist son of a bitch' ömrümüzü çürütür.. ben daha fazla bu sunum olayına dayanamaz ve uyur..





~ patchwork sergisine gidilir.. ben tabak tabak kuru pasta, cips, sigara böreği, sosis ve çerez yer.. mide fesatı geçirir, ben'in gecesi uykusuzlukla geçer, ben bir ilaç alır ve uyur.. bu arada hasra da zavallı çiçekleri ezer.. bi de utanmadan foto çekinir..




~ facebook'ta sürekli video paylaşılır.. ben bir şarkı bulur eskilerden, Shania Twain 'You're still the one'.. yüzlerce kere dinler ve uyur..



~ ben bugün sakin.. uykudan zar zor uyandı..

~ yuforim gelince haber veririm.. öpüldünüz.. :*


Edit Büdüt : Ben diim.. Sunum pek güzel oldu ahaha :D
Edit Büdüt 2 : O diil de ' i'm comin' up so u better get this party started ! '
Edit Büdüt 3 : Neyse bunu yazmiim.. Merak eden sorsun :D


Bunu dedi ( 1 ) kişi

Şaka mı Şimdi Bu?!

Hürriyet Video'larını izlemek için Flash 7 veya daha yüksek eklenti yüklenmeniz gerekmektedir. Yüklemek için tıklayınız!!!

Evet, Japonya'da insanlar böyle şakalar yapıyorlar. Bir de izleyip izleyip gülüyorlar. Bir de sonunda adamın korku tepkisini remix'liyorlar! Sonra bu adam tabi oturup gerilim filmi çeker, yok Karanlık Sular'mış, yok Cevapsız Arama'ymış. İzlediğim en güzel aşk filmlerinden biri olan Boş Ev'de bile golf topuyla işkence sahneleri var ya! Yok yok, şaşırmam artık, siz de şaşırmayın sakın...

Asıl merak ettiğim, bunun şaka olduğunu öğrendiğinde adamın ne yaptığı, o da 'şakasına' öldürmedi mi yani bunları? Çok ilginç adamlar şu Japonlar ya...

P.s : Bazılarının 'the sexist son of a bitch' diye nitelendirdiği biri hakkında sunum hazırlamakta ve upuzuuun makaleler okuyup quizler olmaktayız; yazacak çok şey var, hatta unutmamak için, derste yazıveriyoruz, ama bunları bilgisayara geçirecek zaman yok. Ühüü...


Bunu dedi ( 9 ) kişi

Ziyan

Lise sonda elime geçen Piç isimli ikinci kitabı sayesinde tanışmıştım Hakan Günday'la. Ama ilk kitabı Kinyas ve Kayra'yı okuyana kadar, benim için, beni "beisa, piçini al şuradan" gibi ergenlik esprilerine konu eden bir kitaba sahip ama gerçekten farklı bir tarzı olan bir yazardan çok da öte değildi. Bu tarzın farklılığını, 'aşık olunası roman karakterleri' listesine, Kayra'nın birinci sıradan girmesini sağlayan Kinyas ve Kayra'yla daha iyi anladım. Zamanla unuttuğum, ancak seneler sonra günlüklerimi bulunca depresif geçtiğini fark ettiğim lise yıllarımda okumamış olsaydım, Hakan Günday'ı bu kadar sevebilir miydim, bilmiyorum. Ama şu an, her seferinde dönüp dolaşıp yine geldiğim yazar olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Tim Burton filmleri gibi, Hakan Günday'ın kitaplarının da karanlık ve boğucu atmosferi beni çekiyor işte.

Bir çırpıda okuyuverdiğim ve elime geçtiğinde hala herhangi birinin herhangi bir sayfasını açtığımda, tekrar tekrar okuma isteğimi kabartan 5 romanına ~Kinyas ve Kayra, Piç, Zargana, Malafa, Azil~ bir yenisini ekledi Hakan Günday: Ziyan. Uzun zamandır beklediğim bu kitapla, yazarın üslubunun biraz değiştiğini ve tarihi romana doğru kaydığını okudum bu haftaki Cumhuriyet Kitap'ta yapılan röportajında. Yine de, aynı karanlık atmosfer bu sefer Atatürk'e karşı düzenlenen İzmir Suikastı'nın başı Ziya Hurşit'in ve günümüz ordusundaki bir erin etrafında yoğunlaşıyor. Bu iki karakterin hayatları ~bir şekilde~ kesişiyor ve ~bir şekilde~ 'Ziyan' oluyor.

Bu röportaj beni fazlasıyla heyecanlandırdı zaten, ilk fırsatta koşup alacağım Ziyan'ı ve eminim, her seferinde olduğu gibi bir sonraki kitabını merakla bekleyeceğim Hakan Günday'ın. Ancak, biz böyle meraklanırken; o, bundan sonraki romanları için hazırlıklarından, tasarılarından söz etmek yerine, son röportajında verdiği cevabı verecek her seferinde:

- Yıllar önce yazdığım bir romanda Kayra'nın da dediği gibi: Plan yok! İşte bütün plan bu.


Bunu dedi ( 5 ) kişi

BBS Ayın Sanatçısı - SoKo

Ekim ayına girmemiz itibariyle, tembelliğe alışıp bunu yapmasını fatoş'tan bekleyip durduğum için biraz gecikmeli de olsa, SoKo'yu "BBS Ekim Ayı Sanatçısı" seçmiş bulunmaktayım. Bu seçimi yapmamın asıl nedeni, böyle arada sırada internette karşıma çıkan, ve gerçekten çok sevdiğim şirin sesli kadın vokallerden birini sizinle paylaşmak olsa da, fatoş' bir gece bizdeyken, yanımızda uyuyan başka bir arkadaşa rağmen, SoKo'nun şarkılarını defalarca dinlemekten sıkılmamamız ve bu yüzden artık her SoKo dinlediğimde komik bir geceyi anımsamam da bu uzun cümleyi okuyor olmanızın nedenlerinden biri sayılabilir ~umarım beğenirsiniz de, boşa okumuş olmazsınız :)~ Artık gelenekselleştirmiş olduğumuz üzere, SoKo hakkında topladığım birkaç küçük bilgiyle devam etmek istiyorum.

SoKo, gerçek adı Stéphanie Sokolinski olan 1986 doğumlu Fransız bir kız. Öncelikle sinemaya adım atmış ve ~hiçbirini izlemediğim, ancak yavaş yavaş merak etmeye başladığım~ 'Les Irréductibles', 'Dans les Cordes' ve 'Les Diablesses' gibi filmlerde oynamış. Daha sonra, 2007 yılında; içinde, sevgilisini elinden kapan kıza ithafen yazılan I'll Kill Her ve dinlediklerimin arasında en acıklı SoKo şarkısı olan It's Raining Outside'ın da olduğu, güzel bir kelime oyunu yaparak, adı Not SoKute olan toplam 5 şarkılık bir EP çıkarmış ~ki bence kendisi de şarkıları da gayet 'cute'!~. Aslında Şubat 2009'da bir albüm bekleniyormuş, ancak şu an ne yazık ki böyle bir albüm yok. Çünkü bir ara müzik endüstrisinden korkup müziği bırakmış; neyse ki, çok bekletmeden geri dönmüş ve yakınlarda Marina adında bir başka kızla, Mum adında bir başka eğlenceli şarkı yapmış.

Sonuç olarak, sizi Take My Heart'la baş başa bırakıp gidiyorum. İyi dinlemeler!



Ayh! Ben bu sesi yirim! Çok masum söylüyor yaa :))


Bunu dedi ( 7 ) kişi

Felsefe dersleri nasıl olur aslında?

Bugün artık seçmeli arayışına bir son vermem gerektiğini düşündüm. Üniversite korosunda alto olarak yer aldıktan sonra, bugün felsefeden olan son seçmeli dersime gittim.. Applied Ethics dersi.. Bakalım beğenirsem alırım diyordum ama ben bu dersten sonra kesin almalıyım diyorum.

Zaten ders şu şekilde başladı. Zar zor bulduğum derslik -aslında ders matematik bölümünde olduğundan ve matematik bölümü yıkık bir halde bekliyor olduğundan- ve 5e kadar yetiştirmem gereken pembe formların (tamamen işsel, özel ders vermeyi düşünüyorum da) düşüncesiyle sandalyeme kuruldum. Felsefe bölümünü neden seviyorum, hocaları çok kuuul kesinlikle.. Hoca geldi ve ilk dediği "eveeet dersi aldığınıza göre, hepimiz ahlaksızlar olarak toplanmış bulunuyoruz sanırım".. İçimden bir ses "efendim?" derken, komik hocamız ders hakkında genel bilgiler verdi ve bu dönem işleyeceğimiz 'cesaret' konusuna geçti.

Bir an düşündüm de daha önce yaz okulunda aldığım 'Philosophy of Love' dersinden sonra 'Philosophy of Courage' içerikli bir ders benm için ne kadar iyi olur bilemedim. :D Gerçekten diyorum bunun sonu hiç iyi değil, dönemin sonunda görürüm ben halimi :)

Sonra hoca dersi baya dallı budaklı anlattığı için ne zaman 'cesaret' konusundan çıkıp 'bilgelik' konusuna geldiğimizi anlayamadım. Bundan sonra hatırladığım hocanın Yunanlıların 'bilgelik' kavramı 'Sofia' ile ilgili bir şeyler dediğiydi. Peki Schopenhauer 'bilgelik' hakkında ne düşünüyordu. Demişti ki Schopenhauer "Bilgelik, herkesin koynuna atlayan bir sürtük değildir." (Schopenhauer demiş, hoca da bize dedi valla) "Hatta peşinden o kadar koşanlara, o kadar fedakarlık yapanlara bile varıp varmayacağı belli değildir."

Peki 'bilgelik' neden dişi olarak sembolize edilmiştir sorusundan sonra; arka sıralardan bir hanım kızımızın aklı başka bir şeye takılmış olacakki şöyle bir soru sordu:
-Peki hocam, bilgelik dişi de, şimdi bilgelik isteyene veriyor muymuş?
Tabi hocayla birlikte sınıf koparken, sorunun devamı:
-Ama hocam öyle olması gerek değil mi? Veriyor muymuş vermiyor muymuş?
Ee haliyle hoca 'hehe' modunda ne cevap vereceğini düşünürken, arkadan başka bir öğrenci; "bu iş herkülle zeynaya döndü galiba" der ve derse ara verilir.

Hiç dersi terketmek istemiyordum açıkçası ama pembe formlar yüzünden bir saat erken çıkmak zorunda kaldım malesef. Bu dönem bu dersle çok eğlenceli geçeceğe benziyor.

Hadi bakalım bu kadar felsefe yeter..
Görüşmek üzere.. :)


Bunu dedi ( 2 ) kişi